0:00
Merhabalar!
İnfertilite hemşireliği dersinin 'İnfertilite' konusu ile beraberiz.
İnfertilite tıp biliminde,
literatüründe farklı yaklaşımlara göre farklı tanımlamalara sahiptir.
Bu yaklaşımlardan bir tanesi epidemiyolojik ve klinik yaklaşım bir
diğeri ise demografik yaklaşımdır.
Demografik bilimcilere göre infertilite korunma yöntemi kullanmayan
seksüel olarak aktif kadınların canlı doğum yapamaması olarak tanımlanmaktadır.
Diğer taraftan klinisyenlere göre yani dünya sağlık örgütü ve uluslararası
üreme teknikleri komitesi infertiliteyi şöyle tanımlamaktadır:
İnfertilite korunmasız düzenli cinsel ikişkiye rağmen
on iki ay ve daha üzün süreden sonra klinik bir gebelik
oluşmaması olarak tanımlanan bir üreme sistemi hastalığıdır.
İnfertilitenin alt tanımları da vardır.
Bunlardan bir tanesi 'Primer infertilite'.
Primer infertilite daha önce canlı doğum ya da gebelik öyküsü
olmaksızın yaşanan infertilite sorununu tanımlamaktadır.
Primer olunca sekonderi de var.
Sekonder ise başarıyla ya da obortus ile sonuçlanmış veya ektopik gebelikle
sonuçlanmış bir gebelik ve doğum öyküsü sonrasında
ortaya çıkan infertilite sorunu olarak tanımlanmaktadır.
Sterilite biraz daha ileri boyutta bir tanımdır.
Üremenin kesinlikle gerçekleşemeyeceği bir durumun varlığını ifade etmektedir.
Örneğin kadının overlerinin olmaması cerrahi operasyonla çıkarılması
ya da konjental bir anomali nedeniyle overlerinin ost üretememesi
gibi durumlarda kullanılan bir terimdir sterilite.
Subfertilite ise adından da anlaşılacağı gibi fertilite şansının
azaldığı durumlar yani gebelik oluşma ihtimalinin azaldığı
durumların tanımlanması için kullanılan bir terimdir.
Bu bağlamda baktığımız zaman herhangi bir tedavi sonrası
üreme başarısının çıktısı nedir diye düşündüğümüzde aklımıza şu soru geliyor.
Üreme tedavileri gebelik elde etmek için mi yapılmalıdır,
canlı doğum için mi yapılmalıdır?
Bu sorunun cevabı aslında infertilitenin tanımı nedir sorusunun
cevabını da içinde barındırmaktadır ve tanımı yapan kişilerin yaklaşımına
göre de canlı doğum ya da gebeliğin elde edilmesi bunu belirlemektedir.
Dünyada infertilite görülme sıklığı aslında bölgeler arasında
benzer bir yani değişmekle birlilkte benzer bir yapı göstermektedir.
Gelişmiş ülkeler ile gelişmekte olan ülkeler arasında biraz farklılıklar
vardır.
Gelişmiş ülkelerde biraz daha düşüktür.
Gelişmekte olan ülkelerde özellikle tedavi edilmemiş pervik enfeksiyonlara
bağlı ortaya çıkan infertilite daha yüksek olduğu için
infertilite görülme oranı bir parça daha yüksektir.
Ortancası yüzde dokuz olarak kabul edilmektedir infertilitenin.
Sonuçta ortaya çıkan rakamlar hiç de azımsanacak boyutlarda değildir.
Yaklaşık yetmiş küsür milyon insanın infertilite sorunu yaşadığı
ve bunların kırk milyonunun infertilite nedeniyle tedavi gördüğü bilinmektedir.
Geriye kalan otuz milyona yakın insanın ise ya infertilite
tedavisi almadığı ya da sorunun farkında olmadığını söylememiz mümkündür.
Tanı koymak ve tedaviye başlamak için bu kriterler
ve tanının nerede başladığı ve nasıl inceleneceği konusu oldukça önemlidir.
Çünkü infertilite tanısını ortaya koyan örneğin on iki ay süre,
örneğin gebelik elde edememe ya da öncesinde hiç gebelik öyküsü
olmaması gibi kriterler tanının konulması ve tedaviye başlanması için
gerekli müdehaleleri belirlemede klinisyenlere ipuçları sunmaktadır.
Bunu şöyle örneklendirebiliriz.
Örneğin yirmili yaşlarında bir genç çift altı aydır gebelik isteği sonucu gebelik
elde edememe üzerine bir sağlık kuruluşuna başvurduğunda bu çiftlere infertilite
tanısının konulabilmesi için on iki ay beklemelerinin gerekli olacağı ama
bu sırada bazı tavsiyelerin verilmesinin yerinde olacağını söyleyebiliriz.
Örneğin ovulasyon zamanını anlatmak,
bir menstrual siklusun ortalarına gelen günlerde cinsel birleşmenin
gebelik ihtimalini arttıracağı,cinsel ilşki sıklığının yine bunu aynı şekilde
etkileyebileceğini belirtmek örneğin bir kilo problemi varsa kilo vermenin,
sigara kullanıyorlarsa sigara bırakmanın tavsiye edilmesi bunlar gebelik
şansını artırması anlamında katkı sağlayıcı olabilir.
Ancak bütün bunlara rağmen bir yılın sonunda bu çift hala gebelik elde
edemediyse ileri tetkik ve tedavinin yapılabilmesi için tekrar
bir sağlık kuruluşuna başvurmaları gerektiği de vurgulanmalıdır.
Ama kadın otuz beş yaşın üstündeyse o zaman biz
biliyoruz ki otuz beş yaşındaki fertil kadınların yüzde doksan
dörtünün otuz sekiz yaşındaki kadınların yüzde yetmiş yedisinin üç
yıllık bir tedavi denemesinin ardından gebe kalabildiğini biliyoruz.
Bu oranlar bize şunu söylüyor.
Kadının yaşı ilerledikçe gebelik elde-fertil tedavilerinden
gebelik etme oranları azalmakta.
Bu nedenle de fertil tedavilerine yönelik
rehberler diyor ki eğer kadın otuz beş yaşın üstünde ise araştırma ve
tedavi seçeneklerine daha erken başlamak gerekiyor.
Aynı zamanda bu bize şunu da söyüyor.
Eğer bir kadını infertilite
nedeniyle tedavi ediyorsanız otuz beş yaşın üstünde tedavi
şansınız da daha genç kadınlara göre daha da düşebiliyor.
Bunu şöyle analatabiliriz rakamlarla: Yirmi üç otuz beş yaş aralığındaki
bir kadında her tedavi siklusunda canlı doğum şansı yüzde yirmi
iken kırk yaşın üstünde bu oran yüzde altıya kadar düşebiliyor.
Bu da bize kadının yaşıyla birlikte tedavinin ne kadar değişebildiğini, tedavi
başarısının ne kadar değişebildiğini gösteren önemli bir faktör oluyor.
Evet, bu videomuz bu kadar.
Teşekkür ediyorum.
Yeniden görüşmek üzere!